Çarşamba, Şubat 25, 2009

kriz keriz

malmunuz krizler dünyanın orasını burasını bellerken, bizim zaten dalgalı sektörümüz iyicene dalgalanmaya başladı. bu da fırsattan istifadecilere gün doğurdu. onlar da daha çok çalış daha az kazan prensibini vakit kaybetmeden yürürlüğe soktular.

bu durumda biz çalışan zümrenin nasibine sabretmek, fedakarlık etmek, hatta ve hatta kıçından donu alınana kadar beklemek düştü. e bir kez don da gittikten sonra kaybedecek bir şeyimiz kalmamış olacak zaten. donumuz gidene kadar sesimizin çıkmayacağı hesaba katılırsa, burdan hareketle halihazırda da kaybedecek hiçbir şeyimiz yok çıkarımına gidebiliriz.

ama neden öyle diyorum ki? en azından -bize hayatımızı kazandıramayan- bir işimiz var hala! olsuuuun iş iştir... hele bu devirde! ne kutsal bir şeymiş bu ki hayatımızı kazansak da kazanamasak da tapınak rahipleri misali bir kendini vakfetmiş halde didiniyoruz hala.

bir yandan da cadı kazanına düşmemeye çalışıyoruz. önümüze konan bubi tuzaklarını atlatacağız diye engelli koşudaymış gibi zıpzıp zıplıyoruz. her zıpta biraz daha hırp oluyoruz. çok sıkıcı! (hırp olunur mu bilmiyorum. tdk 'hırpalanma'yı önerecektir, olsun. ben yazdım oldu.)

altıüstü hayatımızı kazanmaya çalışıyoruz. yiyicez içiçez sıçacaz. hani çok istediğimizden değil, metabolizmamızın dayattığı zorunluluktan dolayı. neden diye soruyorum. hem maddi hem manevi yönden bu kadar zorlaştırmak zorunda mıyız hayatı, bilemiyorum. bakıyorum insan dışında hiçbir hayvanat (bazı maymunlar hariç) araçları amaç yapıp saçma sapan triplere girmiyor. hayatı birbirine zehir etmiyor. bence şirketler çalışanlara sadece hayatlarını kazanmak için -ki zaman zaman onu da yapamıyoruz- ofis ortamında olduklarını hatırlatacak elemanlar tutmalı. hırs ve nefs içindekilerin kulağını burmalı... tabi hırslar üzerinden yükselirken koskoca bir ekonomi işine gelmez şirketlerin böyle bir uygulama... hep daha fazla daha da fazla düsturu ekonomileri büyüten ama bakınız bu sistem de bir yerden açık veriyor demek ki... bir yandan sevinesim geliyor ama bu krizin bedelini de kendim ödeyeceğimi -ödettirildiğimi- hatırlayınca sevincim kısa sürüyor ve yine keriz yerine konacağımı görüyorum...

velhasıl kelam kriz olur muydu hiç biz kerizler olmasa der noktamı koyarım sayın ÇY ahalisi. lakin bir çözüm yolu bulamıyorum. içim istifa!istifa! derken bunun da çözüm olmadığını biliyorum. çıkıp meydanlara bağırsak da sallayan yok, zaten bağıranımız kaç kişi saysak. bağırmayan daha çok! heyhat!

Çarşamba, Eylül 24, 2008

bayramdan sonra da hayat var!

nedir yani bu bayramdan sonra teknolojik kıyamet kopacak, bütün tv yayınları bitecek, gazeteler çıkmayacakmışcasına 'bayrama kadar yetişsin!' sendromu! ve böylece bayramda işe gelmeyecek olmanın (ki hala kesin değil bu) bayram öncesi acısını peşinen çıkarmak çalışan bünyelerden.

ajansın ortasında masaya çıkıp 'hiyeeaat yeter ülen! gelecem haftaya herbigün gelip çalışacam yeter ne bu!' diye bağırasım var.

artık bayramdan seyrandan bilumum resmi tatillerden tırsar oldum. teklif götürecem meclise bütün resmi tatiller bayramlar iptal edilsin, her allahın günü çalışalım.

bunun bir de bayram sonrası var tabii. bakalım o zaman neler bekliyor bizi. şimdiden sabırsızlanıyorum.

Cuma, Eylül 05, 2008

rahat

....
acıkmasam dersin
yorulmasam dersin
çişim gelmese dersin
uykum gelmese dersin

reklamcı olsam desene...*

*orhan veli'ye saygıyla

kurumun kurumsallık sorunsalı

şirketler ikiye ayrılırmış:
1. patron şirketleri
2. kurumsal süsü verilmiş patron şirketleri

nitekim -görece- büyük bir ajansta çalışıyor olmak durumu temelden değiştirmiyormuş, ajansı sadece 1. şirketler grubundan çıkarıp 2.'sine sokuyormuş.

üstelik adınızda bilmemne network'ünün bulunması, 'büyük ölçekli' olmak, uluslararası müşteriler, yurdum çapında ilk 5'lere 10'lara girmek de -yurdumun 'çapı' düşünülürse pek de şaşırtıcı değil tabi- durumu değiştirmiyormuş meğer. sadece bu sakiller sakili 'doğan görünümlü şahin modunu' destekliyormuş.

anladım ki kurumsallık bir 'ölçek' değil, 'zihniyet' meselesiymiş sayın ÇY. bu da patronun 'patron zihniyeti'yle yakından ilişkiliymiş.

Pazartesi, Eylül 01, 2008

Başka Bir Patron Mümkün Olsun

Beklenen Şarkı edasında tüm ofis ahalisi olarak, haftalardır beklemiş olduğumuz iş toplantısı sonunda yapıldı. Karar: 6 ay + 6 ay deneme süreci, memnun kalırsak 2/3 sene sözleşme. Şimdi bundan bizene demek hakkına tabi ki sahipsiniz ama toplantı ve sonuçlarını girizgah olarak seçmek suretiyle konuya bir giriş yaptım ve hemen önemli kısma geliyorum.

Türk ve Yabancı -darlaştırmak gerekirse Avrupalı, daha da darlaştırmak gerekirse İngiliz- çalışma etikleri arasındaki gözle görülür ve ölçülemez farkı sürekli duymama rağmen bir anda tecrübe edince, amiyane tabirle "anıra anıra ağlamak" istedim bir anda.

Dediğim gibi toplantı verimli geçti, herşey güzel ve de bizim paket program dahilinde, misafirlere "Siz gümrük masrafları inlemeyin sonra da bizi inletmeyin. üretimi Türkiye'de yapalım. Hepimiz karlı çıkalım." amacıyla sunulmuş olan matbaa ziyareti, nedense herkese soğuk nevale gelen ama bugüne dek benim sorun yaşamadığım ve kendileriyle ilgilendiğim İngilizleri matbaaya götürmekle son aşamasına gelmişti.

Güzel geçen gün nasıl batırılır gibi bir konu başlığında ayrı olarak incelenmesi gereken bu aktivite dahilinde matbaaya zitaret sadece 5 dakika sürdü. İçeri girildi, şirketin patronu ve iki danışmanı ile beraber, masada etiket yapıştıran çocuklar görülene değin bir koridardan geçildi ve bu sahne karşısında ben ne diyeceğimi bilemiyorum, kafa önce...Matbaa sahibi Türk yasalarının kutsallığı ve de harikalar harikası olmasından dem vurarak onların çalışmasında bir sorun olmadığını anlatıyor da duruyor.

Ölüm vuruşu ve sonrasında da "öl de öleyim!" dedirten davranış ise misafirden geliyor. "Prensiplerime kesinlikle aykırı, Türkiye'de yasaların dediklerine saygı duyuyorum ama ben bu durumu kesinlikle kabul edemem. Bu matbaa ile çalışmıyoruz." Sadece bu kestirip atma dahilinde, bile yüzbinlerce poundluk zarara girmesine rağmen arkasına bile bakmadan çıkan bu adam için ayın patronu ödülünü kendisine takdim ediyor ve "Patronum Olurmusun?" demek istiyorum, buna ek olarak da acaba biz ne zaman çalışanlarına bu kadar saygılı bir yönetim göreceğiz sorunusu sorma gafletinde bulunsam mı bulunmasan mı onu düşünüyorum.

Tatil Planları

Sayın ÇY ahalisi, sonunda yılın beklenen en çok beklenen anı geldi... An itibariyle tatil denen kutsal 5 harfli kelime topluluğu için gün saymakla meşgulüm. Şu anda bu aktiviteden bahsetmek tatilini bitirmiş kişiler için kötü olabilir bunu kabul ediyor, canlandırdığım güzel anılar için özür diliyorum. Yazının amacı tatilinizi uzatma yolları şimdi kendi paketimden başlıyorum anlatmaya.

Anlık bir gaza gelme sonucu "Hadi yapalım!" dediğimiz, sonu neye varacağı belli olmayan, potansiyel sevdicek, sevdicek olmuş sevdicek ya da sadece arkadaş sıfatlarından birine haiz konu mankeni ile yapılacak olan İran gezisine 5 gün kala, 5 yıldır tatil yapamamış bir insan evladı olmanın verdiği eziklik ile beraber bu süreden maksimum yarar sağlama hatta süreyi olabildiğine uzatma konusunda yaşadığım beyin fırtınaları sonunda dış yardımların da devreye girmesiyle meyvesini verdi ya da vermesini istiyorum.

Eş, dost, akraba, kısım, hasım vs, çevrenizdeki herkesin bazen haklı olan "Ne yapacaksın oralarda?" sorularını göz ardı ederek ve şeytani emellerime ulaşmak için "şer eksini" dahilinden bir ülke seçerek planıma başlamış oldum. Bundan sonra yapılması gereken, ziyareti en güzel şekilde geçirmeye çalışarak bir iki haftalık bu periyodun tadını çıkartmak olacak. Sonrasında ise aklımı kurcalayan nokta geri dönüş zamanı yaşanacaklar. Ani bir mail ya da mektupla diplomatik kriz çıkartarak, yolculuğu bir iki gün ertelemek mi, yoksa hiç haber alınamıyor kendisinden durumuna düşüp bir süre sonra ortaya çıkmak mı daha iyi diye sürekli kafamda koşturup duran iki seçenek arasında gidip geliyorum şu aralar. Bakalım sonumuz ne olacak.

En iyisi etliye sütlüye bulaşmadan direk işi bırakmak sanırım...


Pazartesi, Ağustos 25, 2008

özveri, zam, tatmin ilişkisi

bir tatil sonrası daha sizlerleyim sayın ÇY. her tatil sanırım bir iç muhakeme vesilesi oluyor. sonrasında yeni yeni gözlemler, tespitler ile dönüyorum huzurlarınıza. bakınız tatil ne kadar faydalı bir müessese.
artık işimizde manevi tatmin olayını çoktaaan geçmişim, bari maddi yönden tatmin olmanın bir yolu yok mudur diye bir düşünce aldı beni? biliyorsunuz zam denen şey bu camia patronlarının çoğuna ters. bu yüzden maaş artış yöntemi olarak çoğunluk transfer yoluna başvuruyor, yolunu buluyor. nasıl olsa iş her yerde iş, müşteri her yerde kanırtıcı, mesai desen yakın akrabamız, tebdili mekanda hem ferahlık hem zenginlik olur, değil mi? yani en azından bu kadar 'özveri' karşılığı beni şimdiki bağımlı (anne-baba bazlı) hayatımdan çekip çıkaracak bir miktar para geçmeli elime ki ben bu accaip yaratıcı reklam yazarlığını yapıcam diye başkaları da kendi hayatından özveride bulunmak zorunda kalmasın. misal baba diye seslendiğim 60'ına merdiven dayamış insan her pazartesiden cumaya sabahın 8'inde işbaşı yapmamalı! gidip canının çektiği ege kasabasında özlediği hayatı yaşayabilmeli. ne dersiniz ÇY, hatta sektörün, yaratıcılığın falanın filanın canı cehenneme deyip, paranın götürdüğü yere mi gitmeli???

Perşembe, Ağustos 07, 2008

A.S.A.P.

Dertliyim ÇY,

Bu seferki konum müşteri bazlı terör ve bunun yankıları, iş bilmeyenlerle çalışmamak ya da buna benzer birşey olmayacak. Bu sefer daha da içsel bir sorunun iş hayatında dışa yansımasına değinmek istiyorum.

Anlayamıyorum kullandığımız bu hibrid dili artık, ve de gına geldi artık. Türkçem çok da düzgün değil, 5 sene İngilizce eğitim, öncesinde de 4 sene Almanca, bunları takip eden yabancı arkadaşlar, sevgililer ve de ortaya karışık kültür, mültür ya da küntür derken ilginç bir şekilde konuşmaya başladım bendeniz de. Ama derdim bununla değil zira düzelmeye çalışıyorum, bu şekilde de zeytinyağı gibi üste çıkmasını biliyorum.

Bunu biliyorum bilmesine de kullandığımız ofis İngilizce Türkçe karması dilimsi şey artık bende alerji yapmaya başladı.

- Şu fieldlerı doldur!
- Ayyy bu sheet he hakkındaydı?
- Offf down oldum deadline'ı yakalayamayacağız.

Gibi milyar adedin üstüne az önce okuduğum:

- Data temizliğini a.s.a.p. yapalım.

ile ben resmen kendimden geçtim ve de bu yazıya sarıldım.
Şimdi alternatifler şunlar:

- Dil faşizanıyım (Vatandaş Türkçe Konuş! şeklinde ofisi süslemem gerekebilir.)
- Artık çemkirmek için en ufak sebep bile yeterli oluyor, dinlenmem gerek.
- Ya da obsesif takıntılı herifin tekiyim.

Valla neyim bilmiyorum ama bu karma dil beni germeye devam ettikçe sinir kirizi de a.s.a.p. olacak sanırım.

Pazartesi, Ağustos 04, 2008

plan 1 failed...

eda kemal'in müşteriden kurtulma planı (plan 1) hayal oldu. bu durumda plan 2'yi devreye sokuyoruz. yani bu mekandan acilen kurtulmak... bakalım sektörün ve türkiye'nin nev-i şahsına münhasır koşullarına rağmen plan 2'yi devreye sokmak mümkün olacak mı?
to be continued...