Perşembe, Haziran 14, 2007

Kiraz mevsimine çoooktan girdik, hadi işi kıralım!!

Çıplak heykeller yapmalıyım, çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Bir kere duyursam güzelliğini, tadını
Sonra ah, oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim, bağırmadığım günlere
Kiraz mevsiminin sevişme vakti olduğunu

Sana nasıl bulsam nasıl bilsem
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam, sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak değil sevişme vakti olduğunu.

Çarşamba, Haziran 13, 2007

bir anlam kırıntısı...

nedense hep ölüm karşısında anlarız yaşam gailesinin anlamsızlığını. anlamlı kırıntıların da değerini farkettiğimiz an yine aynı andır.

yakın zamanda yaşadığımız, peşpeşe ölümü hatırlatan haberlerle çevrelendiğimiz süreç beni ve çalışma arkadaşlarımı bunları düşünmeye sevk etti. ve içimizden birinin düşüncesi içimde öyle yer etti ki, ÇY'ye yazmaktan ve kendi kendime sormaktan geri duramadım:

acaba ne kadar anlamsız ayrıntıyla çevriliysek, hayattaki anlamlı kırıntılar karşısında da o kadar değerbilir mi oluyoruz gerçekten? yoksa bu gerçekten bir avuntu mu, hayatımızdaki anlamsızlıklara karşı bir savunma biçimi mi geliştirdiğimiz?

alışmak sevmekten daha zor geliyor...

alıştım birtanem alıştım sana diye devam edesim geliyor pek sayın ÇY, lakin olmuyor, olamıyor. alışamadım ne yalan söyliyim yani. 4 tam bir yarım ay geçirmiş olduğum bu ofis ortamına alışamadım, daha doğrusu ısınamadım. işin tuhafı bu sevmediğimden değil, tam aksine kader arkadaşım ofistaşların çoğu son derece şeker, sevilmeyecek gibi değiller. masam geniş, koltuğum da konforlu, mac'im arada sapıtsa da genelde onunla da bir sorunum olmuyor. tamam manzaram biraz dar, biraz da havasız bir ortam oluyor plazanın cilveleri dahilinde ama bunlar sebep mi? bence değil. alışmamı engelleyen ve hep diken üstündeymiş gibi bir his veren bir donukluk var nedendir bilinmez. eh alışmadıkça sevmek de bi yere kadar oluyor netekim...