Pazartesi, Mart 26, 2007

yeni baştan bir ben....

şimdi bu başlık da nereden çıktı diyen olabilir... malum 'yeni bir iş' süreci 'yeni bir ben'i, yani aslında eskiden beri olan ama sizi yeni tanıyanlar için pek yeni olan ben'inizi, kendinizi anlatma sürecinizi de içeriyor. bu süreçte sizi tanımayan, sizin de tanımadığınız insanlara alışmanız, 'çömez'liğin 'salak'lıkla eş anlama gelmediğini anlamalarını sağlamanız ve henüz alışma sürecinde görmezden geldiğiniz bir takım şeyleri aslında yiyip yutmak gibii alışkanlık ve zevklerinizin olmadığını anlatmanız gerekiyor. arap atı misali sonradan açılan bir insan olarak çevremi daha önce de beklenmedik çıkışlarla şoka sokmuş olan ben -vallahi zevk için yapmıyorum, ama yapınca da zevk almadığım anlamına gelmiyor bu-, içten gelecek sinyal sesinin yaklaştığını hissediyorum gene. sabırla bekleyiniz ve alıcılarınızın ayarıyla oynamayınız der, hepinize selam ederim sayın ÇY okur ve yazarları...

Pazartesi, Mart 19, 2007

Cannes benim için artık sadece bir şehir!

Çok sevgili ve muhterem ÇY yazar ve okurları,

Yeni iş yeni bir hayat mı çok emin değilim ama pek çok şey değişiyor orası kesin. Özellikle çoook kalabalık bir ortamda, her gün farklı bir simayla göz temasında bulunmak bazen yorucu bile olabiliyor. Hele gözlerin bazıları sende olumsuz hissiyatlara sebep oluyorsa sinirlerinin gerginliğini tahmin bile edemiyorsun.

Yalnız asıl sinir bozucu olan, yaptığımız işin artık daha genç bir kitle (oldukça büyük kitle) tarafından yapılıyor olması ve senin de dino'laşmaya başladığının göstergeleri.

Yaşlandığımı hiç bu kadar hissetmemiştim. Cannes'a bile artık katılamıyorsam ne önemi var ki bu işi yapmamın? Bunalım dönemine girmemek için botox falan mı yaptırsam beynimin en yaşlı hücrelerine acaba?

Çözüm önerilerine her zaman açığım.

Salı, Mart 13, 2007

Hayır deyin, kurtulun

Uzuunca süre yazmayıp da ilk yazımın "cadalozluk" üzerine olmasını manidar bulabilirsiniz tabi ama değil, daha ziyade bu bir süredir hafif tabiri ile 'gıcık' olduğum birine "hayır" demeyi becerebilişimle ilgili.
Olay şu, yeni dükkanda, hemen karşı masamda konuşlanmış görev konumu tartışmaya açık-o kendini sanat yönetmeni sanıyor, oysaki en baba işi uygulama olan- dişi -cinsiyet ayrımı yapmıyorum ama bu özellikle bildirilmesi gereken bir not- mütemadiyen kendisine gelen yazılı işleri, adımın yazar olmasından mütevelli başıma yıkmaktaydı, işlerden kastım, konsept hazırlamak, metin yazmak, düzeltme yapmak falan değil, misal bugün carlamama sebep olanda olduğu üzere bir kartvizit üzerinde yazan adres bilgileri gibi son derece daktilo kız işleri.

Konuyu parçalamayayım, bu uyuzcan kartı uzatıp arkasını yazarsın deyince, zaten gerilmekten ince halelere ayrılmış sinirlerim bir araya gelerek kendisine "neden sen yazmıyorsun, burada benim yazmamı gerektiren bir durum yok ki" dedim.
Kızımız asla ve kata durumun farkında olmayarak "sen metin yazarı değil misin senin yazman gerekiyor" deyince de "evet ama steno/daktilo kız değilim dedim" olay esnasında bu zevzek kızımızın yanında olan kreatif direnktörümüz duruma karışarak kartı kızımıza iade edip, bunu müşteri temsilcisine yazdır deyince, bir huzura ermişim ki sormayınız.

Ancak kızımız bu gelişmeye rağmen bir sonraki kareye geçemeden "hala şoktayım, önce şu olanları bir hazmetmem gerek" deyince ve buna da karşılık alamayınca keyfim tamamen yerine geldi.

Kötü falan değilim, sadece saçma bir atağı durdurdum, evet şimdi oluşmuş negatif elektrikten de memnun değilim ama iş hayatı denen bu gayya kuyusunda birilerine dur demeyince tepenize çıkabiliyorlar (ayh nasıl da kıssadan hisse bile yaptım)

Pazartesi, Mart 12, 2007

mıymırık pazartesi...

anlamsızlık yazılmaya değmeyecek kadar anlamsız hale geldiğinden midir nedir, gene yazası gelmeyen müzmin sıkılganları olduk iş hayatının. bir süre yoğunluktan değmiyordu elim klavyeye. şimdilerdeyse yeni iş yeni ben derken, hem çalışmak hem alışmaktan yorgun düşen bünyem bu aktivitelerde bir hafifleme olur olmaz gene sıkılgan moduna geri döndü. 'hey yıllar yenilmedim size' diye haykıran leman sam tadında bir sevinç de kaplamadı değil içimi hani. yoksa alışmış/yabancılaşmış halime alışmak daha bir zor gelecekti hani. yani yıkılmadım, sıkıldım, ayakta mıyım bilemiyorum sayın ÇY!!!

Pazartesi, Mart 05, 2007

Pazartesi Sendromsuz Pazartesi...

Sevgili "Çalışmak Yorar" ahalisi üzerime çökmüş olan rehaveti en sonunda alaşağı etmeye karar vermek suretiyle "her güne bir post" olmasa da elimden geldiğince sık yazmaya çalışacağım.

Bu sefer aklıma takılan şu oldu, son iki haftadır ilginç bir şekilde pazartesi günleri geleneksel anlamının tamamen dışında gelişiyor. Hatırlatma babında nedir hepimizin muzdarip olduğu genel geçer pazartesi kabusu peki:

Cuma gününün sevincine pelesenk olmuş bünyeyi fazla yıpratmasa da cumartesinin ilk saatlerinden ufak tefek sıkıntılarla başgösterip, ardından pazar gününü genel halet-i ruhuyesi çerçevesinde saat sayma aktivitesine dönüşen ve en sonunda sabahın köründe işkence gibi bir uyan(amay)ışın ardından trafik harikaları eşliğinde ofise ulaşıp, sanki sizin gelmenizi bekleyip duran maillerin ve bilimum iş yükünün de bir anda ortama dahil olmasının ardından bünyenizin yeni haftaya, kariyere, işe, ve özellikle pazartesine lanet etmesi ile başlayan genel durumun adı "Pazartesi Sendromu" adıyla anılmaktadır.

"Eeeee ne var bunda? Biliyoruz zaten bunu..." dediğinizi duyar gibiyim. Şimdi derdim sorunum şudur ki, aslında neden dert onu da anlayamadım ben. İki hafta öncesine kadar başımızı kaşıyacak vaktimiz olmayan ofiste tüm işler bir anda tamamen kesilince, bunun paralelinde gün içinde yapılan aktivite sayısı da gözle görülür bir oranda düştü doğal olarak. Normal şartlar altında bu konudan şikayet edenin kafasının vurulmasını savunan ben ise, haftalar boyu canına dişine takıp çalışmanın ardından her geçen dakikada yeni işler rapaorlar bitirmeye alışmanın vermiş olduğu gazla şu boş geçen günlerde ne yapacağını şaşırmış halde, net üstünde başvuru peşinde oradan oraya sürüklenmeye başladım. "Interneti indirme tuşu" nu da keşfettim sanırım zira az önce geçtiğimiz iki hafta içinde 6 GB olan toplam şirket kotasını 2 GB kadar aşılmış olduğu konusunda hafif bir ayar da aldım be ne yapmış olduğumu anladım bu kadar download bir yerden patlamalıydı tabi.

Diyeceğim şudur ki sürekli yakınsak ta aslında emektar "Pazartesi Sendromu" nun dahi kendine has bir güzelliği varmış herhalde. Hani meşhur sözümüz vardır ya elindekinin değerini kaybedince anlamakla ilgili işte, Pazartesi Senrdomsuz Pazartesi de böyle değeri elden gidince anlaşılan meretin tekiymiş sayın okuyucu. Ben alışmıştım sürekli depresif halde, ekrana yağan maillerden, yetiştirilmesi gereken cevaplar ve sürekli gelen kontrol telefonlarından.

Şimdi bu yazıdan çıkartmamız gereken sonuç:
1- Azalan iş yükü, zaten ergenlik sonrası durmuş olan gri hücre üretiminin koruma fasilitesini de kapattı ve tümünü kaybettim...
2- Belamı istiyorum...
3-Daha da beter belamı istiyorum...
4- En beter belamı istiyorum...